13 Aralık, 2016

09.55 (O'na Beş Kala)


Kalabalıktan Yükselen Sesler (Bölüm 1)


      Yorucu bir iş gününün ardından yürüme mesafesi ile on dakika uzaklıkta olan evine doğru ağır adımlar ile yürümeye başladı. Onu karşıdan gören biri yüzüne bakarak rahatlıkla bir sıkıntısı olduğunu söyleyebilirdi ama bir sıkıntısı olmadığını düşünüyordu ya da varsa bile ne olduğunu bilmiyordu. Öğle saatlerinde yağan yağmur sebebiyle yerler ıslaktı ve yağan yağmurdan dolayı kasımın soğukluğu bir nebze de olsa kırılmıştı. Evine doğru giderken yolun son beş dakikalık kısmına geldiğinde ileride bir kalabalığın toplanmış olduğunu gördü sadece o da değil, karşıdaki apartmanın pencerelerinde de insanlar vardı herkes hipnotize olmuş gibi karşılarında duran binanın teras katındaki bir noktaya bakıyordu. Cenk altında kuaför bulunan, sıvası yağmurdan şişmeye başlamış ve krem renkli boyası eskimeye yüz tutmuş olan yedi katlı bu binayı çok iyi tanıyordu, kalabalığın toplanmış olduğu yere doğru adımlarını hızlandırdı. Binaya yaklaştıkça uzaklardan gelen siren sesleri de daha belirgin olmaya başlamıştı. Cenk'in kafasındaki düşünceler yerini bu olay hakkındaki yorumlarına bırakmış neler olduğunu anlamaya, olanlara bir anlam vermeye çalışıyordu. Binaya yaklaştıkça teras katında 1.65 boylarında bir kadının durduğunu artık seçebiliyordu. Cenk kalabalığın içine girdiğinde terasta duran kişinin hem en yakın arkadaşı hem sevdiği kadın olan Mine olduğunu anladı. Bir süre öylece bakakaldı. Kalabalığın içinden yapma, atlama diyen sesler yükseliyordu bir işe yaramasını umut eden tonlarda. Cenk bir şeyler yapması gerektiğini düşündü. Şoku atlattıktan sonra, yaralıyken bulunan ve uzun süre tedavi gören; tedaviden sonra okyanusun soğuk sularına bırakılan yunus balığının okyanus sularını yardığı gibi, toplanan kalabalığı yardı ve apartmanın içine girdi. Arkasında bıraktığı kalabalıktan içeri girip Mine’yi ikna etme girişiminde bulunan bir kaç kişi olmuş ama hiçbiri etkili olmamıştı. Kapıda duran ve Mine’nin kuzeni olan Selim, Cenk'i tanıdı ve bulutlu gözler ile Cenk'e yalvarırcasına "bir şeyler yap" der gibi baktı. Cenk apartmanın içine girdiğinde küçükken Mine ile apartmanın içinde oynadığı oyunlar aklına geldi. Bu oyunlardan biri; binanın yüksekliğine oranla sayısı oldukça fazla ve aynanda yan yana iki kişinin geçemeyeceği kadar dar olan basamakları saymak ile ilgili olduğu için en alt kattan teras katına kadar 202 basamak olduğunu anımsadı. Terlemeye başlamıştı, dalgalı siyah saçlarının yan tarafında toplanmaya başlayan ter damlaları yer çekimine meydan okurcasına; yirmi iki yaşında olmasına rağmen Cenk'i beş altı yaş daha büyük gösteren kırışık yüz hatlarında durmaya devam ediyordu. Cenk merdivenleri çıkmaya başladı; bunu yaparken Mine ile geçirdiği zamanları sanki her basamakta yeniden yaşıyormuş gibi bir ifade bürümüştü yüzünü. Teras katına geldiğinde terasa açılan kapıyı açmadan önce Mine ile küçükken gittiği yüzme kursunda öğrettikleri gibi burnundan derin bir nefes aldı ve burnundan aldığı; içinde apartmanın her metreküpünü dolduran nem kokusuyla bir bütün olmuş olan küf kokulu havayı ağzından yavaş yavaş sakinleşinceye kadar üç dört defada verdi. İçine dolan ağır hava ciğerlerinin parçalanıyor gibi hissetmesine neden olmuştu. Kulak tırmalayıcı seviyeye gelen siren seslerinden ambulans mı yoksa polis mi olduğunu anlayamadığı araçların binanın önüne geldiği öngörüsünde bulundu. Kapıya doğru uzanan Cenk'in elleri sıcak bir sobaya ilk kez dokunacak bir çocuk edasıyla canının yanıp yanmayacağını bilmeden terasın kapısını yavaşça açtı ve yılların verdiği yıpratıcılık ile eskiyen kapı menteşeleri Cenk'in geldiğini bildirircesine gıcırdadı. 



MUTLAKADAM

30 Eylül, 2016

Subjektif Gözlem


      Yaşanması gerekiyordu, yaşandı ve bitti dedi kadın karşısında onu dinleyen adama. Onca yaşanmışlığı yok saymak istercesine, dalga geçercesine, yaptığımız seçimlerin hayatımıza yol verdiğinin farkında olmadan, geçen onca zamana rağmen kaybedilenin bir daha kazanılamayacağını idrak edemeden, sadece kendi duyguları önemliymiş gibi ya da seçimlerinin sadece kendi hayatına yol verdiğini düşünerek.

    Mavi duvarlar ile çevrilmiş, havaya karışan yoğun olmayan kahve kokusu altında; kare masalara sahip çok büyük olmayan bir kafede karşımdaki masada oturuyorlardı. İstemeden kulak misafiri olmuştum çiftin konuşmasına. Çift olduklarından emin değildim ya da bir zamanlar çift olup şimdi tektiler. Adam 1.80 boylarında, az biraz ağarmaya başlamış gür siyah saçlara sahipti. Üzerinde spor sayılabilecek kıyafetler vardı ve karşısında oturan insan ondan hayatının en önemli şeyini çalıyormuş gibi sürekli saatine bakıyordu.

    "Ben seninle kırgın kalmak istemiyorum." dedi kadın. "Yaşanan her şeyde benim kadar senin de suçun var, kimse sütten çıkmış ak kaşık değil." diye ekledi. Bütün bunları söylerken sadece kendinin hatalarını kabul ettiğini, bazı şeyleri atlatmak için sadece kendisinin çabaladığını , sadece kendisinin kötü günler geçirdiğini ya da kendisi mutluyken karşısındaki insanın mutsuz olmuş olabileceğini düşünmeden.

Adama dışarıdan bakan biri bedeninin orada olduğunu görebilirdi ama aklının orada olmadığı konuşmanın o kadar ilgisini çekmediğini gözlerinin uzaklara dalmasından anlayabilirdi. Yüzünün ifadesi; çok sevdiği oyuncak elinden alınmış bir çocuk, sevdiği oyuncak elinden alınmış bir çocuk, sevdiği elinden alınmış bir çocuk gibi kızmak ve ağlamak arasında bir yerlerdeydi. Telefonu çalsa ya da bir bahane olsa bir dakika bile orada durmayacağını anlamak zor değildi.

    "Senden sonra çok şey oldu, farklı insanlar da girdi hayatıma ama aramızdaki ilişkinin kıymeti hiç eskimedi." dedi kadın. Yaşanan şeylerin değeri tek taraflı belirleniyormuş gibi 'manevi' enflasyonu hesaba katmadan, bir taraf için değerli olan şeyin aslında diğer taraf için zamanla değer kaybettiğini, daha az değerli olduğunu düşünmeden, kendini dış dünyaya kapatmış üçüncü Dünya ülkesi gibi, etrafında olanlardan habersiz sadece kendisinin önemli olduğunu, başkalarının hayatında da bir şeyler olmuş olabileceğini düşünmeden.

      Konuşma adamın ilgisini çekmiş olacak ki yüzünde bir hareketlenme oldu. Ufak bir gülüştü bu. Sessizliğini bozmak istemişti anlaşılan adam. Kalabalık bir gruba seslenecek edasıyla öksürdü, sesini ayarladı. Söylemek istediği çok şeyi olduğunu düşündüm sanki o ana kadar hep susmuş şimdi hepsini söylemek ister gibi görünüyordu. Tam o sırada hiç beklemediğim bir şey yaptı ve ayağa kalktı, masaya içilen çayların parasını karşılaşacak kadar parayı yavaşça bıraktı. Her şeye rağmen bütün sustuklarını aldı, geldiğinden beri yaptığı gibi tek kelime etmeden kapıya doğru yöneldi ve yavaşça gözden kayboldu.




MUTLAKADAM



''Yaşanmış bir olaydan esinlenilmiştir.''

01 Eylül, 2016

Aykırı Bir Yazı


''İnanmıştım'' dedi adam karşısında oturan yada oturduğunu düşündüğü hayali dostuna.
 gerçeklik algısında sorunlar başlayalı aylar olmuştu.
 Cevap verdi dost :'' İnanmıştım demek ne kadar üzücü lan !'' 
   Kahkaha attı adam ağlanacak haline gülmek istercesine
 Adam Önünde duran kadehe baktı bir kelebeğin kadehe düşüşünü izledi
 bağırdı dost adama Bir kelebek düştü rakı kadehine kurtarmayacak mısın onu?
aslında kelebek adamdı, adam düşmüştü kadehe
 ve seslendi kelebeğe ''hey kurtarmayacak mısın rakı kadehinin içindekini''
Dost çıkardı kadehin içindekini 
bıraktı gökyüzüne
gök gürledi
yağmur başladı
                 yağdı adamın içine


MUTLAKADAM


07 Ağustos, 2016

Cellad


   Sıvası nemden dolayı kalkmış olan duvarların arasında birbirlerine çarpan anahtarların sesi yankılandı . Bu ses gardiyanın beni hücremden çıkarıp idam edilmem için almaya geldiğini duyuruyordu bana. İçimi Korkuyla karışık bir mutluluk kapladı. On dokuz senedir her gün aynı duvarların arasında olmaktan kurtulmak, her gün aynı şeyleri tekrar etmek, aynı yemekleri yemek bir çeşit ölümdü benim için. Bu hücreden çıkıp özgürlüğüme kavuşma duygusu beni mutlu etmişti. Sadece idam sırasında canımın yanma düşüncesi beni korkutuyordu.

   Bugün idam edileceğim geçen hafta belli olmuştu ve tüm haftam idam mahkumu olmanın tedirginliğinde düşünmekle geçti. Kendimi bu duruma hazırladım. Tanrıya olan inancımı çoktan kaybetmiştim, tanrının beni idamdan kurtaramayacağını biliyordum. Günahlarımın bağışlanmasını dilememde yardımcı olması için gönderilen din adamını istemediğimi belirttim. Dua etmek yerine kafamda yazmaya çalıştığım romanımı bitirdim, ölmenin nasıl bir şey olduğunu düşündüm. Beklemek bana göre değildi, ya hemen ölmeliydim yada sonsuza kadar yaşamalı. Siyah veya beyaz olmalıydı her şey ama asla gri değil. Ortada kalmak can çekişmeme sebep oluyordu.


      Anahtar hücre kapımın deliğine gardiyan tarafından sokuldu ve kapım bana veda etmek istermiş gibi açıldı. Gardiyanın elinde, son derece pahalı kumaştan dikildiği belli olan kıyafetler vardı. Önce duş alıp temizlenmem gerektiği söylendi. Söylediklerini yaptıktan sonra belki de bu zamana kadar hiç giymediğim güzel kıyafetleri giymiştim. Hazır olduğumda gardiyan beni idam alanına götürmek için koluma girdi. Tuhaf duygular ve belirsizlik içinde onun adımlarına eşlik ediyordum. Yürüdükçe nemli ve ağır hava yerini birden fazla çiçek kokusu barındıran havaya bırakmıştı. Dışarıdaki ışıkla aramda duran kapıya doğru yürüdüm. Gardiyan artık kolumu bırakmıştı. Kapıyı yavaşça açtım. Işık ilk başlarda gözlerimi kamaştırdı, Celladımı görmeye çalışıyordum ama gözlerim kamaştığı için sadece siluetini seçebildim.

     Önce ömür boyu hapis cezası sonrada idama mahkum edilmem bir seri katil olduğum içindi. İnsanları öldürmüştüm. Bir şeyler hissetmenin nasıl bir şey olduğunu hatırlamak için. Belki öldürürken üzülürüm, acırım, merhamet ederim hatta severim ve öldürmekten vazgeçerim diye ama olmadı hiçbir şey hissetmedim, en sonunda da yakalandım. Neden öldürdüğümü itiraf etmem için işkenceye maruz kaldım. Nedeni yoktu; anlayacakları bir neden değildi.

   Görüşüm netleştiği zaman rüzgarın celladımın kıvırcık saçlarını okşamak istercesine estiğini fark ettim. Gülümsedim. Celladıma gülümserken içimde yeniden bir şeyler canlandığını hissettim. Yavaş adımlarla, korkutmamak istercesine celladıma doğru yürüdüm. Sarıldım, kendimi ona teslim ettim. Hayatım onun ellerindeydi. Yıllar sonra aşık olduğum kişi celladımdı. İçimde bir şeyler yeşerten ve belki de benimle beraber onları öldürecek kişi...


MUTLAKADAM 

27 Ocak, 2016

Geleceğe dair anılar

            

 Bölüm 1

 

     

      Aynanın karşısında belime kadar uzanan saçlarım haricinde hiçbir yerimi beğenmediğim kendime son dokunuşları yapıyordum. Yarım saat sonra kendimi ne zaman beğenmediğimden yakınsam ''Güzellik görenin gözündedir, bırak dışarıdan görenler bizi çirkin sansın. '' diyen adam ile buluşacaktım. İlk defa onun omzuna yaslanıp, birbirimize güzel sözler söylediğimiz, kendimi annemin yanındaymışçasına güvende hissettiğim parkı buluşma yeri olarak sözleşmiştik. Zihnim beni aldatmıyorsa ona ''Seni annem kadar seviyorum. '' cümlesini de bu parkta kurmuştum ama bunların hepsi iki yıldan biraz daha uzun bir zaman önceydi; onun gözlerine bakarken aslında kalbine bakmadığımı anladığımda her şey değişti.
    
     Saat ikiye geliyordu; onun yanında nasıl davranacağımı bilmeden hızlıca evden çıktım. Yolda yürürken bir şeyler ruhuma zincir geçirmişçesine beni geçmiş zindanlarına çekiyordu. Değişim, başka bir adama kendimi kaptırmam ile başlamıştı. Onu bırakıp diğer adama gittiğimde tek kelime dahi etmemişti, dilini yutmuştu ya da yutmak istemişti; geleceğe dahi geçmiş penceresinden bakan biri olmasına rağmen bu sefer o pencereden hiç bakmadı. Bakması için çok çabaladım, çok özür diledim ama bana yabancı gibi davranıyordu, çoğu zaman canımı yakıyordu bu durum, bana küfür etmesine bile razıydım, etmedi.

   Yıllar sonra onu ilk görüşüm olacaktı. Anılarımın arasında kaybolurken parkta belediyenin koymuş olduğu; kırmızı renkli, demir bankların birinde onu sigara içerken gördüm. Düşüncelerimden kurtulmam için bu yeterli olmuştu çünkü onu bıraktığım zamanlarda sigara kullanmıyordu. Beni görünce ayağa kalktı; sigarasını ağzından çıkarıp yere attı. Yan yana geldiğimizde elimi uzatmama rağmen yanağımdan öperek selamlaştık. Üzerimize sessizlik çökmüştü. Beni takip et dercesine yürümeye başladı, sessizce yanından takip ettim. Yeni açılan bir kafenin önüne geldiğimizde içeri girmem için kapıda bekledi, buraya kadar hiçbir şey konuşmamıştık. Kafenin üst katına çıkıp, önünde saatin saniyeleri gibi akan araçların geçtiği, yolu gören bir masaya oturduk. Gerginliğim tavan yapmıştı, sessizliği bozmak isteyerek halini hatırını, neler yaptığını sordum. O konuşurken aklımdan  bunca zamandan sonra onun ne kadar değiştiği geçiyordu. Bana nasıl yaklaşacağını bilmeyen; konuşurken sesi titreyen, gülerken bir şeyler saklamayan adam gitmiş; yerine omuzlarında bazı yükler olduğu anlaşılan; gülerken o yükü saklayan, konuşurken sesi titremeyen bir adam gelmişti. ''Ne içersin?'' sorusu düşüncelerimi bıçak gibi keserken dalgınlığımı belli etmeyerek ''Türk Kahvesi'' diyebildim. İki tane sade Türk Kahvesi söyledi. Kahveyi sade içtiğimi unutmamış kendisi de benim zorladığım şekersiz kahve içme alışkanlığını kazanmıştı. Yüzüne aptal bir gülümseme yerleştirerek her kahve içişimizde söylediği cümleyi kurdu ''Bu kahveler ile bana kırk yıl borçlanıyorsun haberin olsun. '' Gülümsedim; konu açmak için sigarasını yakmaya çalışırken '' Sigaraya mı başladın? ''diye sordum. Az önce takındığı aptal gülümsemeyi tekrar yüzüne yerleştirerek sigarasını gösterdi ''Öldürdüğünü bildiğimiz halde içiyoruz şu mereti.'' dedi ve yaktığı sigarasından ilk dumanını çekti ciğerlerine. Ciğerlerine dolan dumanı ben bir şey demeyeyim diye çabucak soluduğumuz havaya karıştırdı, gözlerime baktı; yarım kaldığını düşündüğü cümlesini tamamladı ''Ve kıracaklarını bildiğimiz halde seviyoruz insanları.''


MUTLAKADAM

 
Devam edecek...