19 Eylül, 2021

Bir Dilek'in Hikayesi

    Gözünü açtığında tavandaki ışıkların gözünün önünden kaydığını görmüş ve başaramadığını düşünmüştü. Başarısız bir intihar girişimi, gözleri kapandı. Sedyenin fayansın arasına takılan tekerleği ile sarsıldı ve yeniden gözlerini açtı. Gözlerini zorlukla açık tutuyordu. Başında bir doktor bilincini kontrol etmek için ışıkla göz bebeklerinin hareketini inceliyordu. Tüm bunlar olurken bir yandan aklından hayatta hiçbir şeyi tam olarak yapamadığı düşüncesi geçiyordu. Kocaman bir işe yaramazım diye bağırıyordu ama onu duyan yoktu. Zaten sesini hiçbir zaman duyuramamıştı çevresindekilere. Duymuş olsalardı hayatı bu kadar kötü gitmezdi diye düşündü yine. Yorulmuştu ve karanlığa bıraktı bedenini. Gözleri kapandı, sardı karanlık dört bir yanını, uyanmamayı diledi bir daha.

    Dilek zoru oldurulan bir bebekti ailesi için. Annesi ve babası çok denemişti ama çocukları olmuyordu. Hayatta en çok olsun istedikleri dilekti onlar için çocuk sahibi olmak. Tüp bebek tedavisine başvurdular ve çokça denemenin sonunda dileklerine kavuşmuşlardı. Bebeğin cinsiyetinin kız olacağını öğrendiklerinde ise ona gerçekleşen dileklerinin adını vermişlerdi. Doğum günü geldiğinde ise doktorlar Dilek'in kordon dolanmasından dolayı ölü doğabileceğini ve riskli bir doğum olacağını söylemişlerdi. Doğum başladı ve Dilek bebek annesinin güvenli kesesinden çıkarken doktorların söylediği gibi kordonu boynuna dolanmış ve onu nefessiz bırakmıştı. Dilek bebeği çıkardılar kordonu kestiler ve Dilek bebek hayata tutunmak ve yaşamak istiyorum dercesine ağlamaya başladı. Rahme düşmesinden, dünyaya gözlerini açmasına kadar mücadele ile doğmuştu.

    Ailenin tek çocuğu olarak üzerine titrendi hep, daha doğmadan bile yaşadığı mücadelenin intikamını alırcasına ailesi onu hep rahat ettirdi, arka çıktı. Dilek, hep bildirdi ki nefesinin yetmediği yerde ona nefes olacak bir ailesi vardı. En azından kendini ailesinden koparana kadar bu şekilde büyümüştü. Aile diye tutunacak başka birini bulup nefesi yetmediğinde nefessiz bırakılana dek.

    Bileklerini kesmenin iyi bir intihar yönetimi olduğunu düşünmüştü. Filmlerde öyle görmüştü. Gördüğü her şeye inanır, doğru olduğuna güvenirdi. Küvete uzandı, jileti ilk başta sağ eline aldı. İlk olarak sağ bileğini keserse bütün gücünün gideceğini düşünüyordu. Jileti bileğine bastırdı ve istemsizce çığlık attı. Jiletin değidiği yerden oluk oluk kan akmaya başlamıştı. Jileti ilerletmeye devam ettikçe çığlıkları daha da artıyordu. Kısa süre sonra acıdan bilincini kaybetmiş, karanlığa yolculuğu başlamıştı. Bilinci kapanmaya yakınken öyle düşünüyordu en azından.

    Çığlıkları duyan komşular kapıyı zorlayarak eve girmiş ve onu baygın olarak yattığı küvetten çıkarıp, bileklerine baskı yaparak ambulans çağırmışlardı.

    Bir zamanlar mutluydu dilek, her güne neşe ile uyanır, okuluna mutlu bir şekilde gider ve çevresindeki herkesi mutlu ederdi. Sevgi derdi, sevgi her şeyi çözer.

    Bir gün her şeyi çözeceğini düşündüğü sevgi zehirli bir ok gibi saplandı kalbine dilek'in. Hiç olmayacak, kendi düşünceleri ile uyumlu olmayan biri tarafından saplanmıştı bu ok. Dilek'in hayatının sönüşü böylelikle başlamış oldu.

    Oğuz ile arkadaş ortamında denk gelmişlerdi. Oğuz dışarıdan bakıldığında, ilk görüşte bile tekin olmayan, kaba Saba görünen bir insandı. Tek iyi yanı ortamda herkesi eğlendirip neşesini yerine getirebilecek kadar espiri yeteneğine sahip olmasıydı. Dilek'i etkileyen de buydu.

                  Hayatta olmaz dediklerimiz olur ve olur dediklerimiz olmaz.

    Olmaz denen, kimsenin ihtimalini bile düşünmediği şey oldu ve Dilek, Oğuz'un çekimine kapıldı. Karadeliğin çekimine kapılan ışık gibi ondan kaçamıyordu. Çok yoğundu duyguları. Hisler düşüncelerden önce gelirdi Dilek için ve hisslerini arkadaşları ile paylaştı. Onu destekleyen kimse çıkmamış aksine bunun olmaması için arkadaşları Dilek'i sert bir şekilde uyarmışlardı. Onlar ne anlar ki diye düşündü Dilek. Arkadaşları, onun kötülüğünü istiyor düşüncesine kapılmıştı. Bir lanet gibi ruhunu ele geçirmişti bu düşünce. Lanet bedenini sararken Oğuz ile görüşmeye başlamıştı kimseye haber vermeden. Geceleri gizli gizli buluşup içip sevişmeye başlamışlardı. Yaşadığı şeyler bir ilkti Dilek için ve bunun büyüsünü kapılmıştı. Oğuz'un böyle biri olmasını sorun etmiyor ve sevgisinin her şeyi çözeceğini düşünüyordu. Oğuz'u iyileştirebilirdi. Onun kötü özelliklerini sevgi ile yok edebilirdi. Oğuz bazı zamanlar sinirlendiği zaman Dilek'in canını yakıyordu. Üzerine yürüyor, hakaretler savuruyor ve çekip gidiyordu. Ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi yeniden görüşmek istiyor ve Dilek ile zaman geçirip eğleniyorlardı. Kötü geçen gecenin ertesinde hiçbir şey yaşanmamış gibi davranılmasını Dilek sevgiye bağlıyordu. Sevgisini gösterdiği için aralarındaki sorunun çözüldüğüne inanıyordu. Sevginin affediciliğine sığınıyordu.

Zarar veren bir insanı sevmek, kendini tüketmek demekti, kendine olan sevgini bile bir başkası için harcamak.

    Tükenmeye başlamıştı Dilek ve Oğuz'da değişen hiçbir şey yoktu. Daha çok dedi, daha çok sevmeliyim Oğuz'u. Sevgi her şeyi çözer.

    Ailesine açtı Oğuz'a olan sevgisini, kalbinden zihnine yayılmaya başlayan okun zehrinin etkisiyle. Önce hisleri uyuşmuştu, sırada da düşünceleri vardı. Oğuz ile aralarında geçenleri paylaştı ve ailesinin biricik kızlarının kötülük gördüğünün ve bunun farkında olmayan Dilek'lerini içinde bulunduğu hülyalı durumdan çıkarmak için Oğuz ile olan ilişkisini engellemeye çalıştılar. Onlar ne anlar diye düşündü Dilek. Onlar benim iyiliğimi istese destek olurlardı. Ailesi ile bağını oldukça zayıflattı. Oğuz vardı onun için sadece hayatta artık. Daha da bağlandı Oğuz'a. Nefesi de ailesi de, arkadaşı da her şeyi Oğuz'du artık.

    Onlar için normal ama yaşamın düzenine aykırı olan ilişkileri için sıradan bir eğlence, sevişme ve kavganın ardından Oğuz kapıyı çekti ve gitti. Her zaman olduğu gibiydi. Nasılsa dedi ertesi gün konuşacağız dedi Dilek. Ertesi gün oldu, bir ertesi daha ve bir ertesi daha. Oğuz ışığı tamamen içine çekmiş ve ortadan kaybolmuştu. Günlerdir ulaşamıyordu Oğuz'a. Bir şeyler aynı değildi artık, anladı Dilek. Nefessiz kalmış, boğuluyor gibiydi. Nefesinin yetmediğini hissediyordu ama çevresinde dayanacak kimsesi kalmamıştı.

    Ameliyathanenin kapısı açıldı ve Dilek'in üzerinde yarı ölü şekilde yattığı sedye yanında koşan doktorlar ile içeri daldı. Nabzı çok düşük atıyor, ciğerleri yaşamasına yetecek kadar havayı içeri almıyordu. Komşular onu bulana kadar çok fazla kan kaybetmişti.

    Yaklaşık bir saat sonra ameliyathane kapısı yeniden açıldı ve doktor çıktı içeriden. Sevginin bazen bazı şeylere yetmeyeceğini anlamıştı Dilek ve sedyede yarı baygın yatarken gerçekleşmesini istediği dilek gerçek oldu, uyanmadı bir daha gözlerini yumduğu karanlıktan.

Bir dilek hayat verdi, bir Dilek hayat aldı. Bu hikaye de burada bitti.


MUTLAKADAM



10 Ocak, 2021

Yol

  

   Elindeki kitabın kapağını kapattıktan sonra oturmakta olduğu koltuğa daha dik bir şekilde yaslandı. Aslında bunu yapmasındaki amaç oturuş pozisyonunu dikleştirerek okuduğu sayfalar ile çöken ruhunu ayağa kaldırabileceği sanısıydı. Hayatının bu döneminde bu kadar derin ve içten yazılmış cümleleri kaldırabileceği bir ruh haline sahip değildi, hem de yoluna koyabileceği şeyleri yoluna koymak için bütün kuvvetini harcamışken.


     
Yorgundu Nikalov, üzerine giymiş olduğu ,senelerdir çamaşır makinesinin içinde oradan oraya savrulup üzerine yapışan kirlerden arınırken aslında temizlendiğinden daha çok yıpranan, kahverengi kazaktan daha yorgun. 

     
Elindeki kitabı tıpkı hafızası gibi kahve lekeli ama üzerinde sürekli olarak bir eylem gerçekleştirildiği için rengi atmak üzere olan ve bu yüzden de kahve lekesinin belirsizleşmeye başladığı sehpaya bıraktı. Garipti, Nikalov, ısmarlama bir eşya olmamasına rağmen evindeki eşyalar ile aynı kaderi paylaşıyordu. Hem ruhen hem bedenen kullanıldıkça eskiyen bir kader.

     Zamanın bu düşünceler içinde ne kadar hızlı geçtiğini fark etmemişti. Yapılacak işleri, yürüyecek zorlu bir yolu vardı. Yürümeyi severdi Nikalov. Hayali hiç bitmeyecek bir yaşama sahip olup bir yere varmadan yürümekti. Varmalar hep keder getirmişti ona. Ne zaman bir şehre, bir kıyıya, bir eve, bir insana, bir kadına varsa sonunda gitmesi gerekiyordu. Düşünüyordu ki: hep yollarda olsa, hiçbir yere varmadan yürüse kaderdeki kederden kaçabilirdi. 

     Varmaya inancını yitirdiği için kalmaya da inanmıyordu Nikalov. Ne yola gidenin içinde kalır, ne kalanın içinde, her şey zamanı geldiğinde düşer yollara ve unutur. Belki de insan olmanın en büyük zayıflıklarından biri olan unutmanın ne büyük bir kurtarıcı olduğunun farkına varalı yeterince uzun zaman olmuştu. Hayat bunu Nikalov’a Kaldığı yerleri yavaş yavaş hafızasından silerek zor yoldan öğretmişti. 

     Nereden aldığını hatırlamadığı sarkaçlı duvar saatine bakmak için Kafasını kaldırdı Nikalov. Saatin altındaki tahtaya el işçiliği ile işlenen pek sevdiği yazıyı mırıldanarak okudu.

"Kılıç girer kına, Çalar barış çanları; bir çiçek solar, bir çiçek açar baharlarda; Varmış olan kalmaz, yürüyen durmaz; Gün gelip sonu tadınca hür, çoktan unutmuş olur fani ömür."

     Yaşamak saat olmak gibiydi Nikalov için. Sürekli yürüyen, varmak istediği yere varan ama sonunda hep ayrılmak zorunda olduğu. Her güne önceki gün hiç var olmamış gibi devam etmek zorunda olduğu. her şey bitti vardım derken; Yeniden, yeniden ve yeniden başlayıp her gün bir yerlere varmakla geçen bir yaşam. Bir saat kadranı ömründe kaç defa zamana varıp, vardığı zamandan ayrılıp sonra her şeye yeniden başlıyordu acaba. 

     Nikalov, ruhunu dikleştirmek için daha kuvvetli yaslandığı koltukta düşüncelerinin arasında kaybolurken ruhunun dışa vurumunu gözlerinde hissetti ve an'a döndü. Oturduğu koltuktan kalktı ve saate baktı.

Saat on'u bir geçiyordu ve Nikalov’un yürüyecek uzun bir yolu vardı. 


MUTLAKADAM