10 Ocak, 2021

Yol

  

   Elindeki kitabın kapağını kapattıktan sonra oturmakta olduğu koltuğa daha dik bir şekilde yaslandı. Aslında bunu yapmasındaki amaç oturuş pozisyonunu dikleştirerek okuduğu sayfalar ile çöken ruhunu ayağa kaldırabileceği sanısıydı. Hayatının bu döneminde bu kadar derin ve içten yazılmış cümleleri kaldırabileceği bir ruh haline sahip değildi, hem de yoluna koyabileceği şeyleri yoluna koymak için bütün kuvvetini harcamışken.


     
Yorgundu Nikalov, üzerine giymiş olduğu ,senelerdir çamaşır makinesinin içinde oradan oraya savrulup üzerine yapışan kirlerden arınırken aslında temizlendiğinden daha çok yıpranan, kahverengi kazaktan daha yorgun. 

     
Elindeki kitabı tıpkı hafızası gibi kahve lekeli ama üzerinde sürekli olarak bir eylem gerçekleştirildiği için rengi atmak üzere olan ve bu yüzden de kahve lekesinin belirsizleşmeye başladığı sehpaya bıraktı. Garipti, Nikalov, ısmarlama bir eşya olmamasına rağmen evindeki eşyalar ile aynı kaderi paylaşıyordu. Hem ruhen hem bedenen kullanıldıkça eskiyen bir kader.

     Zamanın bu düşünceler içinde ne kadar hızlı geçtiğini fark etmemişti. Yapılacak işleri, yürüyecek zorlu bir yolu vardı. Yürümeyi severdi Nikalov. Hayali hiç bitmeyecek bir yaşama sahip olup bir yere varmadan yürümekti. Varmalar hep keder getirmişti ona. Ne zaman bir şehre, bir kıyıya, bir eve, bir insana, bir kadına varsa sonunda gitmesi gerekiyordu. Düşünüyordu ki: hep yollarda olsa, hiçbir yere varmadan yürüse kaderdeki kederden kaçabilirdi. 

     Varmaya inancını yitirdiği için kalmaya da inanmıyordu Nikalov. Ne yola gidenin içinde kalır, ne kalanın içinde, her şey zamanı geldiğinde düşer yollara ve unutur. Belki de insan olmanın en büyük zayıflıklarından biri olan unutmanın ne büyük bir kurtarıcı olduğunun farkına varalı yeterince uzun zaman olmuştu. Hayat bunu Nikalov’a Kaldığı yerleri yavaş yavaş hafızasından silerek zor yoldan öğretmişti. 

     Nereden aldığını hatırlamadığı sarkaçlı duvar saatine bakmak için Kafasını kaldırdı Nikalov. Saatin altındaki tahtaya el işçiliği ile işlenen pek sevdiği yazıyı mırıldanarak okudu.

"Kılıç girer kına, Çalar barış çanları; bir çiçek solar, bir çiçek açar baharlarda; Varmış olan kalmaz, yürüyen durmaz; Gün gelip sonu tadınca hür, çoktan unutmuş olur fani ömür."

     Yaşamak saat olmak gibiydi Nikalov için. Sürekli yürüyen, varmak istediği yere varan ama sonunda hep ayrılmak zorunda olduğu. Her güne önceki gün hiç var olmamış gibi devam etmek zorunda olduğu. her şey bitti vardım derken; Yeniden, yeniden ve yeniden başlayıp her gün bir yerlere varmakla geçen bir yaşam. Bir saat kadranı ömründe kaç defa zamana varıp, vardığı zamandan ayrılıp sonra her şeye yeniden başlıyordu acaba. 

     Nikalov, ruhunu dikleştirmek için daha kuvvetli yaslandığı koltukta düşüncelerinin arasında kaybolurken ruhunun dışa vurumunu gözlerinde hissetti ve an'a döndü. Oturduğu koltuktan kalktı ve saate baktı.

Saat on'u bir geçiyordu ve Nikalov’un yürüyecek uzun bir yolu vardı. 


MUTLAKADAM

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler.