30 Temmuz, 2017

Umut



     ‘’Kara göründü’’ diye bağırdı açık sularda oradan oraya rotasız, yollarını kaybetmiş şekilde savrulan denizcilerden gözetleme kulesinde olanı. Bütün yorgunluğu, bitkinliği sesine yansımıştı. Ağlamamak için kendini tuttuğu sesinin çatallaşmasından anlaşılıyordu. Çatallaşmaya başlayan sesiyle duyulmadığını düşündüğü, zafer narasını andıran bir tonda, duyurusunu tekrarladı. ‘’kara göründü’’. İkinci duyurunun ardından iyi haberin duyulduğunu pekiştiren şekilde güverteye mürettebattan önce ayak sesleri gelmeye başlamıştı. Ayak sesleri ile beraber güverteye dolmaya başlayan mürettebat; yıllardır denizde olmanın ve karaya bir daha ayak basamayacak olmaya kendilerini hazırladıkları için ne yapacaklarını bilmez şekilde birbirleriyle ve karşılarında duran gri renkli ada arasında bakış trafiği yaratıyorlardı. Açık denizde güçlü olmak için feda ettikleri gülümseme, güneşin doğması gibi yüzlerine doğuyordu hepsinin. Gülüyorlardı ama adanın gri renkli olmasının ne anlama gelmiş olduğunu unutmuş bile olabilirlerdi ya da hatırlıyorlarsa bile o an umurlarında olmayacak kadar o adaya ayak basmayı istiyorlardı. Güvertede duran kalabalığın arasından yılların yıpratıcılığına rağmen dış görünüş unsurları en tertipli duran kişi güvertenin yüksek yerlerinden birine çıktı ve bağırdı : ‘’Herkes yerlerine, umuda gidiyoruz.’’ Karşılarında duran adanın adı artık bu gemide bulunanlar için umut olmuştu. Verilen emrin ardından herkesin işinin başına koşmasından bu kişinin kaptan olduğu anlaşılıyordu. Kaptan geminin beyniydi ve yıllarca pek çok geminin batmasına, pek çok denizcinin hayatını alan mavi canavara karşı gemisini başarıyla savunmuştu. Gemide bulunan herkes onun sözlerine güveniyordu. Gemi son hızda umuda ilerlemeye başlamıştı. Gemide bulunan bütün mürettebat olağanca kuvvetleriyle sanki umuda varınca her şey düzelecekmiş, yaşamalarının bir anlamı kalmayacakmış gibi kürek çekiyordu.

   Gemi, karaya uzun zaman sonra sevgilisine kavuşmuş yar edasıyla nazik bir şekilde yanaşmaya başlamıştı. Geminin dümeninde bulunan kaptan adanın renginden dolayı bir şeylerin ters gideceğini sezmiş ve ‘’Durun’’ emri vermişti mürettebata. İçinde bulundukları durumun heyecanına kapılmadan bir durum değerlendirmesi yapmaları gerektiğini düşünüyordu çünkü: keşfedilmemiş bir adaya çıkacaklardı ve bu adanın renginin gri olması; üzerinde yaşam olmayan, taşlık bir yer olduğu anlamına geliyordu. Adaya ‘’UMUT’’ adını vermişlerdi ama içinde umut olmama ihtimali de vardı. Kaptanın tavrına rağmen mürettebat kaptanı dinlememe konusunda kararlı görünüyordu; bu yüzdendir ki geminin güvertesinden homurtular yükselmeye başlamıştı. Sözlerine koşulsuz güvenilen, senelerdir denizde hayatta kalmalarını sağlayan kaptanı kimse dinlemez olmuştu bir anda. Homurtulardan rahatsız olan kaptan derin bir iç çekişle beraber sessizliğe büründü ve iç karışıklık çıkmasın diye dümene geri döndü. 


   Geminin karaya yanaşmasından sonra geminin içinde bulunan otuz kişilik mürettebat Umut'a ayak basmak için altılı gruplar halinde adaya çıkmaya başladı. Adanın uzak olan tarafından ağır bir koku gelmeye başlamıştı burunlarına. Sanki adanın yabancılara karşı korunma mekanizmasıydı bu koku. Bir uyarı, bir tehdit misalince avcılara karşı. Kaptan hariç kimse aldırmamıştı bu kokuya. Onun dışındaki mürettebatın hepsi karaya ayak basmanın sevincinden sarhoş olmuş durumdaydı. Adaya çıktıklarının ertesi gününde adayı keşfe çıkmaya karar verdi mürettebat; kaptanı ise eşyaların yanında bırakmışlardı onlara göz kulak olması bahanesiyle. Ada göründüğü kadarıyla boydan boya kayalardan, taşlardan, sarp geçitlerden, küçük uçurumlardan oluşuyordu. Yorucu ve tehlikeli bir keşif olacaktı bu. Mavi canavara yem olmayıp hayatta kalan denizciler gri bir umutta yaşamak için direneceklerdi. Yanlarına hayatta kalmak için gerekli malzemeleri alan mürettebat kıyıya çıktıkları yeri unutmamak için de bir harita yapmaya çalışarak yola çıktı. Adanın içlerine ilerledikçe karşılaştıkları tehlikeler artıyordu. Yapmaya çalıştıkları harita bir süre sonra işe yaramaz olmuştu ve yollarını kaybetmişlerdi, bütün bunların yanında içme suları ve yiyecekleri de azalıyordu. Bütün bu çabalarının nedeni Umut'a tutunmak ona yerleşip yeni, güzel bir hayat kurma isteğiydi. Mürettebatın farkına vardığı bir şey olmuştu geçen sekiz günlük keşif süresinde. Adanın keşfettikleri yerleri arttıkça burunlarına gelen kötü koku azalıyordu ve belli belirsiz güzel bir koku çeliniyordu burunlarına ya da delirmek üzere oldukları için öyle zannediyorlardı. Keşfe çıktıkları onuncu günde yiyecekleri tamamen bitmişti ve adada yiyecekleri hiçbir şey yoktu. Yiyecekten ziyade görünürde canlılık namına hiçbir şey yok denebilirdi. Eşyaların yanında kalan kaptan halinden memnun gözüküyordu ama aynı zamanda mürettebatını merak ediyordu. Bu yüzden sürekli kendi kendine çelişiyor; onları aramaya çıkacakken sonradan yarı yoldan geri dönüp keyfine bakıyordu. Her zaman olduğu gibi bu sefer de haklı çıkacağından çok emindi.

   Umut’un içinde umutlar tükenmeye başlamış, dönüş yolu kaybedilmiş, açlıktan bayılma evresine gelinmiş, susuzluktan diller damaklara yapışmışken mürettebatın içinden biri ‘’Umut bulundu’’ diye bağırdı geminin içindeyken karayı ilk gördükleri zamanki ses tonuna benzer bir ses tonuyla. Adanın ortasında bulunan uçurumun göze batmayan yerindeki bir boşluktan yeşillikler sarkıyordu. Mürettebatın hepsi bedenlerinde kalan son güçle grinin içinde saklanan yeşilliğe doğru koşmaya başladı. Bir insanın geçebileceği kadar genişliği olan bir delik vardı. Yavaş yavaş hepsi içeriye doğru girdi, sırayla acele etmeden, son sabır zerresini harcayarak. İçeriden gelen kahkaha sesleri ve bağrışmalar daha içeriye girmemiş olanları heyecanlandırmıştı bile. İçerisi en az adanın dışarıda görünen yüzü kadar geniş ve onun tam zıttı olacak şekilde capcanlıydı. Hayatlarında hiç görmedikleri renklerde çiçekler, kuşlar, dallarında yemişler olan ağaçlar vardı. Bunların ortasında canlılığın kaynağı olduğunu tahmin ettikleri tertemiz görünen bir su birikintisi vardı. Küçük bir göldü adeta bu. Adanın dışı eylül kadar ölü, içi haziran kadar hayat doluydu. 

   Geride kalan kaptan beş kişilik bir ekibin geri geldiğini gördü. Aklına ilk gelen kalan mürettebatın hayatlarını kaybettiğiydi. Gözleri dolmaya başlamıştı ama kaptan olduğu için ağlamasının yanlış olduğunu düşünüyordu en azından geri gelenlerin de güçlü kalabilmesi için. Kaptan yanılmıştı bu defa. Beş kişi yanına yaklaştı; onu ve eşyaları almaya geldiklerini söylediler. Başlarından geçen her şeyi anlattılar kaptana. Umut gerçekten umutları olmuştu onların. Bir şeylere yeniden başlayabilmek, bir şeylere yeniden inanabilmeleri için. Bu sefer kaptan yanılmış mürettebat haklı çıkmıştı. Bu sefer farklı olmuş mürettebat kaptanı hayatta tutmuştu.


MUTLAKADAM

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler.