25 Kasım, 2018

Yıkım



Savaşların başlangıcı yıkımdır. Bir insanın da, bir topluluğun da, bir devletin de savaşı yıkımla başlar. Yıkım iyiyi kötü; beyazı siyah; zayıfı güçlü kılar. Yıkımın doğası budur. Bütün kötüler bununla doğar ve kötüler her zaman kazanır. Kötülerin kazanmasının sebebi bir fizik kanunu değildir ama bütün kötülerin bir kanunu vardır; bu kanunun ilk maddesine göre de sınırları keskin bir şekilde bellidir. Sınırlarını geçenlere acımazlar ve hep ileriye giderler ne pahasına olursa olsun daima ileriye. 


      İnsanlar onurları için yaşar, bunun için savaşır ve bunun için ölürler, en azından birçoğu. En onurlu insanlar giriş paragrafında bahsettiğim sebeplerden dolayı kötü olanlardır. Belirsizlikleri sevmezler nettirler ve hayat görüşleri vardır. Hepimizin atladığı nokta onurumuzu zedelen bir durum olduğunda bunun acısını hıncını etrafımızdaki insanlardan çıkarmaya çalışmamızdır. Herkesin bir katanası vardır ama bazılarımızı diğerlerimizden farklı kılan şey bu katanayı kullanma şeklimizdir. Kendi onurumuzu biz kendimiz kırarız, kendimizi küçük düşürür, saçma hatalar yaparız ve bunların sonucunda bizi farklı kılan şeyi yapar ve katanayı başkasına değil de kendimize doğru savururuz. Biz kim miyiz? Biz tabi ki kötüleriz, herkese göre, sadece belli etmeyiz.

    Her şey yazın son günlerinde ağustosun eylüle bıçak dayadığı zamanlarda başladı. Bütün beyazların kirlendiği, bütün iyilerin toprağa döndüğü bir savaşın başlangıcıydı bu. Uzaktaki köylerin birinden dumanların yükseldiğini gördüm. Bir terslik olduğu belliydi. Dürbünümün ucunu dumanın geldiği köye doğru çevirince neredeyse bütün köyün yandığını ve yerlerde ölüler olduğunu gördüm. Savaşın bizim yaşadığımız çevreyi etkileyeceğini önceden biliyorduk ancak bu kadar erken geleceğini tahmin etmemiştik.

    Nöbetçi olduğum kalenin kulesinden aşağıya indim ve kalenin önde gelenlerine haberleri ilettim. Dakikalar içinde savunma planı oluşturmak için herkes merkezde bulunan strateji odasındaydı. Strateji odasında toplanılan yuvarlak masanın etrafındaki herkesten farklı bir ses çıkıyordu, kimisi korkmuş, kimisi paniklemişti. Bütün fikirlere rağmen plan belliydi. Kalenin kapıları kapatılacak, düşman gelene kadar elimizdeki erzaklar ile idare edecektik. Bu plan ile atlattığımız birkaç küçük bir de büyük bir savaş vardı. Yıpratıcı ama başarılı bir savunma şekliydi bu. Yaklaşan savaş hakkında önceden tahmin ettiğimiz şeylerden bazıları düşmanın sayısının bizim sayımızdan kat ve kat fazla olduğu, ateşli silahlara sahip oldukları, kılıç darbelerine dayanıklı zırhları olduğuydu. Biz hala daha kılıç kullanan, ateşli silahlara dayanıklı zırhlara sahip olmayan bir topluluktuk. Bizim en büyük avantajımız ise ne para, ne kadın, ne şöhret, ne Toprak için savaşmamızdı; biz sadece onurumuz için savaşırdık. Onur için savaşır onur için öldürdük. 

    Karşılaştığımız savaşlar karşında klasik kale kapanması taktiği uyguluyorduk. Hepimiz at binmeyi bilen savaşçılardık; ani baskınlarımız düşmana korku saçardı, kalemizin surları yüksekti; düşmana umutsuzluk aşılardı ve burçlarımız kalemizin dört köşesini de gözlemleyebilecek kadar güzel konumlandırılmıştı; düşmanın açıkta hissetmesine neden oluyordu. Bu savunmayı başarısızlığa uğratacak en büyük dezavantaj kalenin içerisinde bir onursuz olmasıydı. Her yerde, her toplumun içinde, insanın tek olmadığı tüm zamanlarda bu onursuzlardan bulunurdu. Canını, malını tehlikede hissettiği zaman gizliden gizliye iş yaparak kendi onurunu hiçe sayarak düşmanı ile işbirliği yapan hain onursuzlar. İşte bununla başa çıkmanın bir yolu yoktu, çaresizdik. Kaleyi kuşatan düşman için içeride kaç savaşçı olduğu, yiyeceklerin kaç gün yetecek kadar olduğunun bilinmemesi moral bozucu bir olaydı ama içimizde bir onursuz olması ihtimali bizi daha çok korkutuyordu. Böyle bir durum içi çaresizdik ve elimizden geleni yapacaktık ne olursa olsun.

    Günler geçti uzak gözüken dumanlar yaklaştı, günler geçti biz hazırlıklarımızı tamamladık, günler geçti uzak dediklerimiz yakın oldu, günler geçti beklenen savaş kapıya dayandı, günler geçti - yaratan, güçlendiren, üzen, yıpratan, sabrettiren, özlem duyduran- yıkım geldi.

    Kalemizin etrafında bulunan yeşillik artık gözükmüyordu, etrafımız artık yeşil değil kar beyaza bürünmüştü. Beyaz zırhları olan yüzlerce asker, filler, atlar, mancınıklar sarmıştı etrafımızı. Savaşların başlangıcı yıkımdır ve ilk yıkım onlardan geldi; kalemizin surlarına delik açmak için mancınık atışına başlamışlardı. Taşın taşı kırma sesi bir yüz yıl boyunca savaş çığlığı duymamış diyarlarda yankılanıyordu. Kalenin dışı gürültülü doluydu, içi ise korkusuz bir sessizlik. 

    Günler taşların taşlara çarpma sesleriyle geçerken ilk yıkım başlayalı on gün olmuştu. On gün boyunca hiçbir şey yapmadan sadece beklemiştik, sabretmeyi öğrendik. On günün sonunda saldırmaya karar verdik. Bir gece baskını düzenleyecektik; atlarımızı tımarladık, nallarını kontrol ettik, kılıçlarımızı biledik, zırhlarımızı kuşandık ve özlemle geceyi bekledik; özlemeyi öğrendik. Gece oldu baskın yaptık, insan öldürdük; acımasız olmayı öğrendik. Geri döndük, arkadaşlarımızı kaybettik; güçlü kalmayı öğrendik. Bütün bunların dışında her hikâyede olduğu gibi içimizde birinin düşmanla işbirliği yaptığını gördük; onursuzluğu öğrendik, ne yaparsak yapalım, bütün hazırlıklara, planlara ve yaratılacak hikayelere rağmen düşman her şeyimizi bildiği için yenileceğimizi öğrendik. Yapacağımız her hamle bizi yenilgiye götüreceği için surların üzerine çıktık, kalenin kapısı açtık, katanamızı çektik ve kendimizi öldürdük; onurlu olmayı öğrettik. Biz kim miyiz? Biz tabi ki kötüleriz, herkese göre, sadece belli etmeyiz. 

MUTLAKADAM

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler.